kopenhag'da güpegündüz silahlı soygun

evet sayın seyirciler! "neler oluyor bu nordik topraklarda..." dediğinizi duyar gibiyim. aslında ben de aynısını söylüyorum. facebook'ta gezinirken arkadaşımın az önce bulunduğu alışveriş merkezinde silahlı soygun olduğunu öğrendim.

kopenhag'da bulunan illum alışveriş merkezine iş saatleri içerisinde üç silahlı saldırgan girdiğini haberlerden öğrendik. hemen ardından kopenhag polisi resmi twitter hesabından saldırganların güvenlik kamerası görüntülerini yayınladı. haberlerde her zaman olduğu gibi saldırganların "yabancı bir dil konuştukları" vurgulandı. bunun yanında saldırganların doğu avrupalı ya da güney amerikalı olabilecekleri söylendi (meksikalı VS polonyalı - ne de benzerler).


gündüz vakti ve bir alışveriş merkezinde silahlı soygun yapacak kadar gözü dönmüş olmaları ayrı bir konu, ama sorgulanması gereken konulardan biri de kanımca silaha ulaşımın kolaylığı. danimarka polisi suçu doğulu yabancı soygunculara atarak kendini sıyırıyor, halkta ise yabancı ve göçmen düşmanlığı bu ve benzeri olaylar gösterilerek körüklendikçe körükleniyor. Neyse ki en büyük avuntu kimseye bir şey olmamış olması...

silahlı çetelerin gölgesinde danimarka



başlığı ilgi çekmek için koydum zannettiniz değil mi? yoksa danimarka'da ne çetesi... :)
ama öyle değil. maalesef kopenhag'ta aylardır süren bir çete savaşı var. ara ara haberlere yansıyan bu savaş şimdilik durmuş gibi görünüyor. durdurulmuş demiyorum çünkü olayların yatışmasının sebebi brothas ve loyal to familia denen bu iki çetenin "ateşkes" ilan etmiş olması (WTF!)

son aylarda kopenhag'da özellikle nørrebro civarında çatışan çete üyeleri çevreye korku salıyordu. ekim ayında aralarında 16 yaşında bir çocuğun da :( bulunduğu üç kişi bu çatışmalarda ölmüştü. çocuğa önce halktan biriydi çete ile alakası yoktur denildi fakat sonrasın da çete üyesi olduğu ortaya çıktı (evet danimarka'dan bahsediyorum halen:)).

neyse ki bu iki çete hazirandan beri süren savaşlarını durdurma kararı almışlar. bu ateşkesin sağlanmasında çete üyelerinin ebeveynlerinin arabulucu olarak olaya dahil olmasının payı büyük diyorlar.

sanırım her yerde büyük şehirde yaşamanın çilesi ayrı oluyor. kim bilir, belki de danimarka'nın sadece huzur ve dinginlikten ibaret olduğunu düşünmem küçük bir şehircikte yaşamamdan kaynaklanıyor.




eczacı VS farmaceut



danimarka'da henüz anlaşabildiğim bir eczacı olmadı. hani bizde vardır ya böyle girişten sana "ooo abi senin siyatiğin var" diye yürüyüşünden, konuşmandan teşhis koyan, sen daha deske gelmeden reçeteni hazır eden eczacılar. yok!

aniden diyete başlayınca bağırsakların düzenini bozdum. hadi kalktım eczaneye gittim. eczane bomboş, ama olsun sıra numarası almam lazım. aldım bekliyorum. eczacının bilgisayarla işi bitti, çın! benim numaram. 

gittim ingilizce olarak "benim bir süredir kabızlığım var" dedim (konstipasyon). eczacı anlamadı. kelimeyi tekrar etmemi istiyor. ben de her halde ilkinde utanıp kısık sesle söylediğim için duymadı zannettim. daha yüksek sesle tekrarladım. "dediğiniz ifadeyi anlamıyorum" dedi. haydaa yahu nasıl anlamazsın bildiğin konstipasyon işte. değil eczacı olmak bizde sağlık meslek lisesine ilk başlayan çocuğa bile öğretilir bu kelime. ingilizcesini tekrar ettim, ardından fransızcasını, sonra çıldırıp gözlerimi devire devire türkçesini söyledim. kadın nuh diyor, peygamber demiyor. ben eczanenin içinde "kabızlıııık, kabızlıık..." diye farklı dillerde bağıran bir manyağa dönüştüm.


içimden tüm rezilliği ele alıp elimle mi tarif etsem derken, kadın elini yumruk yapıp aşağı yukarı sallayarak "yapamıyor musun?" dedi. kızarmış suratımda bir rahatlama belirdi. "evet" dedim, "eveeet onu yapamıyorum" (motamot bu şekilde söyledim - o an elimle yaptığım jesti zaten hepiniz anladınız).

tek trajikomik eczane deneyimim bu değil. birçok farklı durum için benzeri iletişimsizlikleri çokça yaşadım. ilk olarak dili konuşamıyor olmak elbette dezavantaj. ama sizin de anlamaya niyetiniz yok ki kardeşim. ben, amerika'ya vize alması yasaklı bir türkiyeli olarak sana üç dilde kabızlık diyorum ve sen birini bile anlamıyorsun. aslında bu farkın uluslararası terminolojinin buradaki sağlıkçılara dayatılmadığı, o terimin dancası neyse onla mesleklerini sürdürebildikleri gibi bir teze dayandırıyorum (kesin bilgi değil).

halbuki o mahallelinin tüm sorunlarını anlattığı, değil numara almak masasına dayanıp onunla birlikte çay içip dert yandığı, daha sen hastalığından konuşurken ilacından, bitkisel taksivesine her şeyi önüne seren eczasılar nerde? valla türkiye'de. 

o halde bu raundu kazananlar tyrkisk eczacılarrr...

nordik gönüllerin sultanı danimarka'da



birkaç hafta önce danca kursunda rastgele bir konuyla ilgili konuşmam gerektiğinde björk'ün istanbul konserine gittiğimden ve bunun benim için nasıl büyük bir deneyim olduğundan bahsettim. hocamız orta yaşın üzerinde dan bir kadın. ben konuşmaya başlayınca kadının gözlerinde bir ışıltı belirdi. ben uzun cümleler kurmuş olabilmek için ne kadar björk hayranı olduğumu anlattıkça kadının gözündeki ışıltı arttı arttı... konuşmamı bitirdim ki, kadın bana björk'ün kariyerindeki dönüm noktalarıyla ilgili falan sorular sormaya başladı. meğerse björk fanıymış. tabii ki sadece şarkılarını bilip kuzeyli olduğu için de sevdiğim björk'ün kariyerini konu alan bir sınavı geçemezdim. dediklerini anlamıyormuşum gibi garip hareketler yaptım. o anlattıkça anlattı. kendi gibi bir björk hayranı bulduğu için bir mutlu oldu ki sormayın...

kuzeyin önemli etkinliklerinden northside'ın instagram hesabından çok bomba bir paylaşım geldi. björk festival kapsamında bu yaz århus'ta sahne alacakmış. anam kadın çok nazlı. bir yere gelmesi için 20 yıl beklemeniz gerekiyor. yani şurada o kadar sen de nordiksin. yok. danimarka'ya bile en son 5 yıl önce roskilde festivali'nde gelmiş. århus'a da 25 yıl önce gelmiş (o kadar süredir müzik yapıyor muydu ya? - kendimi halen 20 yaşında sanıyorum). bu güzel haber danları olduğu kadar biz sonradan nordikleri de heyecanlandırmaya yetti tabii.. bakalım umarım yaza kadar savaş falan çıkmaz ya da kadın fikrini değiştirmez de kendisini yine bir yakından görürüz.

festivalle ilgili detay için: northside.dk

dansk folkeparti ve yeni sağ belası



danimarka halk partisi, maalesef ülkenin en güçlü partilerinden biri. genel olarak ideolojileri "saf" dan kültürünü, mirasını ve genlerini korumak. göçmen karşıtı bir parti anlaşılacağı gibi. özellikle sert ve popülist söylemleri ve önerileri olan bir parti. danimarka'ya göçü engellemek ve danimarka'nın çok kültürlü bir ülke olmasını önlemek başlıca amaçları arasında yer alıyor.

bugün biraz gezeyim dedim. kent meydanında propaganda çadırlarına rastladım.başka bir nasyonalist parti nye borgerlige ile yanyanalar (zaten aynı haltlar). yanlarında sosyal demokratlar bir diğer taraflarında ise adı venstre (sol), kendisi sağcı olan bir diğer güçlü parti. sosyal demokratlar herkese gül dağıtıyorlar. çadırlarında bir-iki "koyu renk (misal ben) insan", venstre ise kurdele bağlanmış balonlar dağıtıyorlar. çocukların hepsi balona koşuyor tabii. kent meydanında duran herkese yetişmeye çalışıyor ve önlerinden geçen kim varsa kendilerini tanıtmaya çalışıyorlar.

bizim folkeparti de meydana dağıtmış adamlarını. bir dikkat ettim ki adamlar sadece orta yaş ve üstü kesin dan (çok kolay ayırt ediliyor :)) olan kadınlara yanaşıp gülümseyerek konuşuyorlar. bir tane gence sokulmuyorlar. hele sürekli meydandan geçmekte olan göçmenlere asla! ben de özellikle denemek için çadırlarına gittim. çadırın önünde sap gibi duruyorum. yani yoldan falan geçmiyorum, çadırda biri gelip bana partiyi anlatsın diye duruyorum besbelli. yok, gelmediler yanıma. biraz da üzüldüm tabii (yalan), aslında piercinglerim, dövmelerim ve giyimimle tıpkı dan gibiydim. :( ama rengi tutturamadık işte.

göçmen karşıtlığı, yabancı karşıtlığı ve benzeri bilumum karşıtlıkların hepsi temelinde "insan karşıtlığı" var. halk partisi ve yeni sağ, renkli bir halk istemiyor. bu propaganda çadırlarından bile anlaşılıyor (ki zaten adamlar açık açık söylüyor). bahtıma küstüm yürümeye devam ettim. meydanın az ötesinde adaylarının direkteki fotoğrafını gördüm. biri tam alnına yapıştırmış, onlara cevabı hepimiz için vermişti. racist (ırkçı)...

bu hafta (45) danimarka neleri konuştu?



yılın bitmesine çok az kaldı, 45. haftadayız. ancak danimarka gündeminde halen bir türk'ü tatmin edecek büyüklükte bir olay yok :).

haftanın önemli haberlerinden biri sürücüsüz araçların danimarka'da trafiğe çıkıp çıkamayacağı. trafikstyrelsen (danimarka ulaşım otoritesi) sürücüsüz otobüslerin deneme amaçlı kullanımını onayladı. bu noktada tahmin edeceğiniz gibi birçok deneme seferinin, testin yapılması gerekiyor. kopenhag'da bir kafeye girdiğinizde elinde gazeteyle oturan yaşlı bir amcanın bunu onaylamadığını duymanız an meselesi.

danların ödeme ve para transferlerini mobil sistemler üzerinden yapmada birinci ülke olduğu açıklandı. bu yönüyle isveç ve norveç'i geride bırakan danlar oldukça gururlu :) -bu konuda danların gerçekten başarılı olduğunu kabul etmek lazım, özellikle "mobil pay" kullanımı her noktaya yayılmış durumda. yani çocuklara bayram harçlığını "mobil pay" ile telefon üzerinden veren dedelere rastlayabiliriz.-

dan araştırmacılar kedilerin bebekleri astımdan koruduğuna dair kanıtlar buldular. astıma yol açan bir genin yeni doğan bebeğin kediyle buluşması durumunda aktive olamadığını (ya da benzer bir şey işte) söyleyen araştırmacılar kedileri sevmemiz için bir sebep daha yarattı anlayacağımız. -her zaman söylerim: kedi giren eve doktor girmez!-

tabi ki bu hafta da gündemin en önemli olayı yerel seçimlerin yaklaşıyor olması. bu seçimde 3 yıldır burada yaşamakta olan herkesin oy verme hakkı var. ab ülkesinden olması şartı da aranmıyor. yani diyor ki "madem 3 yıldır buradasın yaşadığın belediyenin meclisinde senin de söz hakkın var." ama ne var ki milliyetçi dan halk partisi bu duruma oldukça bozuluyor falan falan... dünyanın her yerinde olduğu gibi burada da nasyonalistler kendilerinden görmediklerini bir kaşık su da boğma peşinde.

danimarka'nın göz bebeği carlsberg biraların üretiminde biraların tadına yapay zeka ile bakılması haberini de unutmamak lazım. carlsberg yeni bira seçenekleri üretirken biraları insanlardan önce bilgisayarlar tadabilir yani. -bence haftanın en önemli haberi-

bu hafta dan yayınlarında gözüme çarpan haberler bunlar. daha önemli bir habere kadar 45. haftayı böyle kapatıyoruuuuz...


kazlardan intikam alma günü



bugün danlar için önemli günlerden biri: mortensaften

danlar her ne kadar bireyselliğe önem verse de geleneklerinden çok kopuk değiller. mortensaften aslında hasat bayramı gibi bir şey ya da aziz martin günü diyebilirsiniz. IV. yüzyılda yaşayan ve bir asker olan martin hıristiyan olduğu için ordudan atılıp sonra gaul'de ilk manastırı kuran kişi.

martin piskopos olarak seçilmemek için bir kaz kümesine saklanır (neden istemediğini bilmiyorum:)), ancak kazlar sesleriyle onun yerini belli ederler. bunun üzerine (sapıklık burada başlıyor) kazlar ona ihanet ettiği için martin her yıl o gün herkesin intikam olarak kazları kesip yemesini ister. WTF!

işte kaz kesip yemekten başka bir olayı olmayan bu özel gün burada özellikle ailelerin bir araya gelip akşam yemeği yemesi ve akşam yemekleriyle kazlardan intikam almasından ibaret. işin daha da trajikomik yanı kaz etinin daha pahalı olması, damak zevkine daha ters düşmesi vs vs gibi sebeplerden artık danlar bu akşamı ördek eti yiyerek kutluyorlar. hani ihanet eden kazlardı kardeşim ördeklerin ne suçu var?

işi ne kadar komik hale getirmeye çalışsam da oldukça üzücü. insanları bir araya getiren özel günler olarak bayramların kıymetli olduğunu düşünüyorum. ama bu huzurlu gün için ördekleri, kazları -ya da bilumum hayvanları öldürmenin ne alemi var yahu? kansız bayramlar...

århus'da ayı gördük (museum of the moon)



geçen haftasonu gezmek için århus'a gittik (danimarka'nın kopenhag'dan sonra ikinci büyük şehri). århus bu yıl avrupa kültür başkenti. bu program çerçevesinde birçok kültür/sanat etkinliği gerçekleşiyor kentte. yaz boyunca birkaçında bulunma şansım oldu. ancak bu seferki oldukça şaşırtıcıydı.

tam çarşıda dolaşıyoruz århus katedrali'nin önünde karşımıza kocaman bir ay çıktı. kilisenin önünde havada ışıl ışıl duruyor. heyecanlandık tabii hemen kameralara sarıldık, fotoğraflar, selfiler falan...

sonrasında araştırdım ki bu ay figürü tüm dünyayı gezmekteymiş. biz de århus'da olduğu birkaç gün içinde onu gören şanslılardanmışız. bu harika serginin videosunu aşağıda, benim çektiğim (mükemmel :P) fotoğrafı yukarıda ve etkinliğin web adresini videonun altında bulabilirsiniz. haydi siz de ayın yeryüzüne inişine şahit olun ;)

museum of the moon resmi sayfası: my-moon.org

danimarka yerel seçimleri



danimarka'da yerel seçimler yaklaşıyor. her tarafta yoğun kampanyalar var. yoğun kampanyalar derken, elektrik direklerine fotoğraf asmak ve kent meydanına küçük bir çadır kurmaktan ötesi yok. türkiye'deki dev bütçeli, bol gösterişli kampanyaların yanında buradakilere kampanya bile demek zor.

her şeyde olduğu gibi kampanya işinde de danimarkalılar oldukça minimalist. geçen gün kent meydanından geçerken liberallerin çadırı çok hareketliydi. yaşlı bir adam saksafon çalıyor ve bir kadın caz söylüyor. seçim kampanyasına bak! çadırda çorba dağıtılan kampanyalar görmüş biri olarak gözlerim yaşardı. herkes gibi duraksayıp müziği dinledim (liberaller olmasına rağmen:)) ve alkışladım.

seçim kampanyalarında en çok göçmen aday gösterenler sosyal demokratlar. genel seçimlerde en çok oyu alanın da sosyal demokratlar olduğunu söyleyelim. ne var ki, onun dışında sağ ve merkez sağ partilerin toplamı danimarka nüfusunun çoğunu oluşturuyor. yani sosyal demokratların tek başına en yüksek oyu alması danimarka'nın sağ eğilimli bir toplumdan oluştuğu gerçeğini değiştirmiyor.
bir de not danimarka'da adı "sol" olan bir sağ parti var :) ülkenin en güçlü partilerinden biri olan venstre adının tersine merkez sağ-sağ politika yapan siyasi parti...

dannebrog (danimarka bayrağı)


danimarka'ya gelen herkesin ilk olarak fark ettiği şeylerden biri vitrinlerde, çevre süslemelerinde, restoranlarda yemek masalarının üzerinde, evlerin bahçelerinde ve her yerde danimarka bayraklarının boy göstermesi. danimarka'yı ilk kez ziyaret edenlerin sorularından biri bu. "neden her yerde bayrak var?"

sağ partilerin toplam oy gücünün fazlalığı ve göçmen karşıtı girişimlerine dayanarak danların fazlasıyla milliyetçi olduğunu düşünebiliriz. peki bu bayraklarla donatma da onun bir yansıması mı?

gayet enternasyonel, dille, renkle hiç alakası olmayan bir dan. restoranda doğum günü kutlamak istiyor. ama kutlama bayraksız olur mu? hemen hooop bir bayrak masaya koyuyor garson. mumlar yanmış, pasta geliyor -tillykkeeeeeee! (danca 'kutlu olsun')- hayda! pastanın üzerinde mumdan fazla bayrakçık var... küçük küçük danimarka bayrakları... hediyeler çantalardan çıkıyor. tabii ki tüm paketler dannebroooog...

esasen dan bayrağının çok gerçeküstü bir hikayesi var. efsaneye göre kırmızı üzerine çizilmiş bu beyaz haçlı bayrağın tanrı tarafından gönderildiğine inanılıyor. 1219'da danimarka kralı 2. valdemar estonya'ya bir seferde yapıyor. kral tam tallinn'de savaşı kaybedecekken gökten bu bayrak süzülerek düşüyor. bunun üzerine kralın ordusu birden güçleniyor. tüm gidişat tersine dönüyor ve zafer kazanılıyor.

işte kırmızı çember, işte dannebrog! :) - ressam:  Christian August Lorentzen

danların önemli bir kısmı ateist. ateist olduğunu bildiğin bir dana bu hikaye hakkında ne düşündüğünü soruyorum. hikayenin bir şekilde herkesçe bilindiğini ancak bayrağın kutsal sanıldığı için değil tamamen yerleşik bir gelenek olarak bu kadar sevildiğini söylüyor. ne var ki bu hikayeye gerçekten inanan bir kitle de halen varmış. ;)

danlar bayrağın neden bu kadar ön planda olduğu sorulduğunda "ne var ki, onu görmeye alışığız, hiç milliyetçi değilim ama doğum günü pastamda dannebrog isterim..." gibi cevaplar veriyorlar. anlayacağınız bayrak popüler kültür öğesi haline gelmiş (adamlar donlarına bile bayrak basıyorlar gel de sen onu bizim orada yap).

bundan sonra danimarka'ya giderseniz, her yerde bayrak görünce "bayram mı var?" diye sormayın. çünkü o kutsal ve vazgeçilmez bir figür; o dannebrog!